28 Temmuz 2014 Pazartesi

İstanbul'un malum trafiğinde bisiklet sürmek

Bisiklet sporu bu topraklarda çok acayip algılanıyor. Ötekileşmenin nasıl bir şey olduğunu ve "Biz bu kasabada yabancıları sevmeyiz." lafının aslında ne kadar da gerçek olduğunu görüyorsunuz.

Arabalar içerisinde kala kala insanlar sinir sahibi oluyor. İşin aslı görgü, eğitim ve adabı muaşeret ile alakalı olan bu çok yönlü mesele sadece bisiklet odaklı değil maalesef. Yani burada bencillik yapıp da "Aaa bisiklet sürmemize engel oluyorlar." gibi çocukça bir sitemde bulunmuyorum. Toplumumuzu ilgilendiren tahammül kavramı önemli. Bir Sünni'nin Alevi'ye, Müslümanın Hıristiyana, Türk'ün Ermeni'ye; sevilmeyen insan ve davranışa yönelik olarak çok ama çok yanlış bir tutum sergiliyoruz. 

Şunları konuşmak bile utandırıcı, yazarken istemeden didaktik bir üslup takınıyorum bu çok kötü. Gerçekten kötü.

Neyse... Yeşil yandığında ışınlanamıyoruz be Türk milleti. Bunu öğrenelim, gerisi gelir zaten.

2 Mayıs 2014 Cuma

Yol Bisikleti...

Uzun bir ara oldu. Yine karşınızda ben. Diğerleri adlarıyla müsemma davranarak tam birer arsız çıktılar ve sadece bisikleti düşünür oldular. Ben de düşünüyorum ama ne kadar kontrollü olduğumu görüyorsunuz. Çok dengeli biriyimdir. Zaten bu denge meselesi kendisini yolda da gösteriyor.

İşin şakası bir yana da yol bisikletine geçtim hanımlar beyler. Bambaşka bir teknoloji, bambaşka bir duyguymuş bu yol bisikleti.
Bende ve diğer insanlarda olan başlıca yol bisikleti korkularını yazmak istiyorum ki sonradan unutmayayım:
1. Ya abi o bisikletleri nasıl sürüyorsunuz? İpince teker patlamaz mı?
2. Onu sürerken belin ağrımıyor mu?
ve bonus olarak:

İSTANBUL TRAFİĞİNDE NASIL SÜRÜYORSUNUZ BİSİKLETİ. (Bu bütün bisikletler için geçerli bir soru. Hepsine şamil :) )

1. Ömrümde ilk defa bu sene o da işte, Paris - Roubaix yol bisikleti yarışını izledim. Dediklerine göre bu yarış, yol bisikleti yarışlarının şahıymış. Bu yarışın en önemli özelliği bazı sektörlerin (bölüm diyelim biz buna) Arnavut kaldırımlı yollar olması. Düşünsenize o ince dediğimiz lastiklerle kilometrelerce bu şekilde bir yolda gidiyorsunuz.
Eurosport'ta spikerin dediğine göre bu yarışa katılan bisikletçiler 1 hafta boyunca çatal bıçak tutamaz olup, ellerinin titremesine engel olamıyorlarmış.
Şimdi ben bu yarışı izledim, izledim ve direkt gaza geldim. Ulan dedim, vay arkadaş. Benim neyim eksik... Ben neden bu şekilde süremem. Yetenek ve çalışma gibi etkenler de önemli ama benim derdim yol bisikletiyleydi.

Giant Defy 2 marka ve model bir yol bisikletim var artık. İnanılmaz keyifli bir şey ve kesinlikle tavsiye ediyorum. Lafı uzatmak istemiyorum.
Ben ve yoldaşım Giant Defy 2

12 Mart 2014 Çarşamba

İstanbul Oyuncak Müzesi’nde zamanda yolculuk

Sunay Akın’ın akıl ettiği ve gerçekten büyük bir boşluğumuzu tamamlayan bu müzeye birkaç bisikletçi arkadaşla beraber gittik. Arsızlar ekibinden kimse yoktu ama hafta içi bir gün olmasından dolayı gelemedikleri muhakkaktı. Fotoğrafları gördüklerinde içleri gitmişti çünkü… 

Sunay Akın’a, bu ilaç gibi gelen müzeyi kurduğu için ne kadar teşekkür etsek azdır. Öğrencilerime, çevremdekilere, velilere kısacası herkese gitmelerini tavsiye ediyorum hep. İstanbul’da gezilecek mekânlara bir de burasını ekleyin derim.






11 Mart 2014 Salı

Türkiye şartları, bisikletli ve ötekileşmek

Epeydir buralarda değiliz. Malum yollardayız. Affola...

Artık daralmaya başlıyorum kaldığım yerde. Dur durak bilmeden uçan halıma, yani bisikletime binip hala kirletilmemiş havasıyla yeni yerler görmeyi o kadar çok istiyorum ki... Tabi eğer mümkünse.

Başlığa bakarak çok iddialı bir yazı bekleyebilirsiniz ama maalesef bu da (benim) diğer yazılar gibi koftiden olacak. İçimde kalanları aktarıp kaçacağım zaten.

Şimdi, üzerinden birkaç ay geçmesine rağmen ben yeni izledim aşağıdaki videoyu.

(Haber için tıklayın. )

Bir kere ulaşımın bile ücretsiz olması gerektiğini düşünürken böyle bir olay olması çok fena...

Neyse, ulaşım konusunda astronomik düzeyde fırın sayısınca ekmek yenmesi lazım ki bu şehir, ülke adam olsun. 

Ama mesele burada değil. Mesele algıda... Geçen gün İran'a gitmiş bir kişinin (tabii ki bisikletiyle gitmiş bir kişi) blogunu okurken gördüm. İran'daki şoförler daha agresif ve trafik daha keşmekeş halindeymiş. Emniyet şeritleri yok ve herkes birbirini sollamak için fırsat arıyormuş. Sonra ülkeni düşünüyorsun haliyle. Bizde var da ne oluyor sanki. Kafaların değişmesi gerekiyor. Ne nezaket kalmış ne de hoşgörü. En ufak bir hataya tahammül edemiyoruz. Dünyanın diğer ülkeleriyle trafik konusunda yapılacak bir mukayese durumumuzu gözler önüne seriyor. En çok dur-kalk yapılan ülke,araçlara konan vergiler, benzin/lpg'nin fahiş ve her geçen gün artan fiyatları... 

Bisiklet, araba gibi kaos oluşturmaz. Kaosu çözer. Puslu havayı dağıtır. Çevreyi kirletmez. Sağlıklıdır. Cebine de ciğerine de iyi gelir. Daha ne diyelim?

14 Aralık 2013 Cumartesi

Eski bisikletler (pisiklet, velospit, velespit?)







Yukarıdaki bisikletlerin fotoğrafları Rahmi Koç Müzesi'nde çekildi. Atıp tutmak da var, böyle fotoğraf galerisi yapıp bırakmak da var ama ben şunu anlamıyorum abi: En sondaki bisiklete nasıl biniyorlar? Evrenin oluşumunu bu kadar merak etmiyorum be keke!

12 Aralık 2013 Perşembe

Kış vakti bisiklet mi sürülürmüş?

Yılmaz Özdil gibi yazmak istiyorum:

Yahu ben bu insanları anlamıyorum.

Kışın bisiklet mi sürülürmüş?

Aklınızdan zorunuz mu varmış?

Neden?
(Bu kadar yeter.) :p

Hayır, kışın kar yağarken kullanma deseler tamam ama soğuk havada bisiklet neden sürülmesin? Hatta karda bile sürülür de toplum buna hazır değil. :) Takarsın kar lastiğini, çamurluklarını ve elbiselerini de güzelce seçip giydikten sonra karlı yollar seni bekler.

Soğuk havanın tek zararı (soğuk hava konusunda epey tecrübe kazandığımı düşünüyorum.) cereyandır. Vücutta açık bir nokta bırakmamak ve kat kat giyinmek değil, doğru tercihle yapılan elbiseleri* giymektir. Kat kat giydiğinizde elbise teri emmez, dışarı atmaz ve/veya kurutmaz. Sonra gelsin hastalık. Öyle değil mi?

Dün akşam ben karda bisiklet sürdüm. Kısa mesafeydi. Anadolu'dan arkadaşlar boza içmeye geldiler. Biraz risk almadım değil. Kar lastiğim ve çamurluğum yoktu. Ama yollar hep asfalttı ve dolayısıyla araçların ezdiği karlar artık su olmuştu. Sanki yağmurlu yolda bisiklet sürmüş gibiydim. Tek sıkıntı çamurluğum olmamasıydı aslında. Bagaja idareten taktığım bir karton parçası baya engelledi suyu ama ön tekerden bacaklara, oradan da ayaklara epey bir su yedim.



Decathlon'da satılan ayakkabı kılıflarından birini aldım. Size tavsiyem sakın almayın. Su geçirmez yazdığına kandım. Nereye su geçirmiyor? Üstten sırılsıklam oldu ayakkabı. Poşet geçirsem daha faydalı olurdu yemin ediyorum. Zaten iade edeceğim bugün.

Yağmurluk pantolonları araştırmalarım hala devam ediyor. Tavsiyelerinize açığım. Alta yazarsınız. Yurt içi yurt dışı fark etmez. İşimi görsün yeter.

*Elbise konusu aslında çok basit. bTwin'in içliklerinden ziyade ben artık bu şekilde giyiniyorum:

Alt: Pedli kısa tayt, üstüne kayakçıların giydiği içliklerden (daha esnek ve rahat nefes alıyorlar.) üstüne eşofman/su geçirmez pantolon.
Üst: Üst içlik, kısa kollu forma, nefes alabilen rüzgarlık/yağmurluk.
Eller: Kesinlikle kışlık eldiven.
Boğaz: Buff veya ağzı sıkılabilen çift taraflı bere.
Baş: Tabi ki kask, altına isterseniz bere ama ben pek tavsiye etmiyorum. Başı serin tutmak lazım. Bence bereye de boğazlığa da gerek yok. Buff işi çözüyor. Atladığım yerler varsa affola.


6 Aralık 2013 Cuma

Bisikletle ilgili şarkılar (Panagiotis Kalantzopoulos)

Blogtaki bazı arkadaşlar kendilerini çok entel sanıp, bisikletle ilgili filmler diye seri yapmaya başlamış. Vay arkadaş! Meydan çoluk çocuğa kaldı. Ben de bisikletle ilgili şarkılar diye seri başlatıyorum madem!

Bu da ilki: