Sunay Akın’ın akıl ettiği ve
gerçekten büyük bir boşluğumuzu tamamlayan bu müzeye birkaç bisikletçi
arkadaşla beraber gittik. Arsızlar ekibinden kimse yoktu ama hafta içi bir gün
olmasından dolayı gelemedikleri muhakkaktı. Fotoğrafları gördüklerinde içleri
gitmişti çünkü…
Sunay Akın’a, bu ilaç gibi gelen
müzeyi kurduğu için ne kadar teşekkür etsek azdır. Öğrencilerime,
çevremdekilere, velilere kısacası herkese gitmelerini tavsiye ediyorum hep. İstanbul’da
gezilecek mekânlara bir de burasını ekleyin derim.
Artık daralmaya başlıyorum kaldığım yerde. Dur durak bilmeden uçan halıma, yani bisikletime binip hala kirletilmemiş havasıyla yeni yerler görmeyi o kadar çok istiyorum ki... Tabi eğer mümkünse.
Başlığa bakarak çok iddialı bir yazı bekleyebilirsiniz ama maalesef bu da (benim) diğer yazılar gibi koftiden olacak. İçimde kalanları aktarıp kaçacağım zaten.
Şimdi, üzerinden birkaç ay geçmesine rağmen ben yeni izledim aşağıdaki videoyu.
Bir kere ulaşımın bile ücretsiz olması gerektiğini düşünürken böyle bir olay olması çok fena...
Neyse, ulaşım konusunda astronomik düzeyde fırın sayısınca ekmek yenmesi lazım ki bu şehir, ülke adam olsun.
Ama mesele burada değil. Mesele algıda... Geçen gün İran'a gitmiş bir kişinin (tabii ki bisikletiyle gitmiş bir kişi) blogunu okurken gördüm. İran'daki şoförler daha agresif ve trafik daha keşmekeş halindeymiş. Emniyet şeritleri yok ve herkes birbirini sollamak için fırsat arıyormuş. Sonra ülkeni düşünüyorsun haliyle. Bizde var da ne oluyor sanki. Kafaların değişmesi gerekiyor. Ne nezaket kalmış ne de hoşgörü. En ufak bir hataya tahammül edemiyoruz. Dünyanın diğer ülkeleriyle trafik konusunda yapılacak bir mukayese durumumuzu gözler önüne seriyor. En çok dur-kalk yapılan ülke,araçlara konan vergiler, benzin/lpg'nin fahiş ve her geçen gün artan fiyatları...
Bisiklet, araba gibi kaos oluşturmaz. Kaosu çözer. Puslu havayı dağıtır. Çevreyi kirletmez. Sağlıklıdır. Cebine de ciğerine de iyi gelir. Daha ne diyelim?